Bir hattatın elinden çıkan her harf, aslında bir nefesin izidir.
Kalem, mürekkep ve kâğıt buluştuğunda ortaya sadece bir yazı değil, bir hâl çıkar: sabır, teslimiyet ve tevekkülün hâli.
- yüzyılın ünlü celi sülüs hattatlarından Mahmud Celaleddin, bu hâlin en zarif örneklerinden birini bırakmıştır geriye. O, hattın ustalarını kopyalayarak başlamış, sonra kendi çizgisini bulmuş bir sanatkârdı. Kimi sanat tarihçilerine göre, hattı sadece taklit etmemiş, ruhunu anlamıştı.
Bir levhasında, Arapça bir manzumeyi dört satır düzeninde, parlak mavi zemin üzerine zer-endûd (altınla bezeli) olarak yazar. Bu sadece bir yazı değil, altınla parlayan bir tevekkül duasıdır.
Levhanın metni şöyledir:
“Bütün işlerimde tevekkülüm Allah’adır.
Beş kişinin; Muhammed, Hasan, Hüseyin, Fatıma ve Ali’nin yüzü suyu hürmetine niyaz ederim.”
Bu söz, İslâm sanatında sıkça görülen bir anlayışın ifadesidir:
Sanat bir ibadettir, yazı bir yakarıştır.
Hattat, “tevekkülüm Allah’adır” derken kalemini de, ömrünü de o tevekkülün içine bırakır.
Sonra “beş kişi”yi anarak, Ehl-i Beyt sevgisini altın harflerle taşa, cama, kâğıda işler.
Bu sadece bir dua değil, bir itiraf gibidir:
“Benim dayanağım Allah, şefaat umudum Ehl-i Beyt.”
Levhanın yazı alanını çevreleyen altınlı cetveller ve satır aralarındaki tezhipler, yazının anlamını görsel bir duaya dönüştürür.
Her çizgi, bir ışık huzmesidir; her desen, bir niyaz gibi kâğıttan taşar.
Dış kısmı 20. yüzyılda halkâr tekniğiyle bezenmiş; böylece zamanlar birleşmiştir: bir hattatın duası, bir başka dönemin müzehhibinin eliyle tamamlanmıştır.
Tıpkı insanın duasının, yıllar sonra bile yankılanması gibi…
Levhanın kenarında hattatın kendi notu (ketebesi) yer alır:
“Harrarahu Mahmûd Celâluddîn 1215”
(Mahmud Celaleddin 1215’te yazmıştır.)
Bu kayıt, sadece bir tarih değil; bir teslimiyet mühürüdür.
Her hattat, yazısına adını düşerken aslında “Ben şahidim” der;
“Bu söz kalemimden çıktı ama mânâsı Hakk’a aittir.”
Bugün müzelerde, koleksiyonlarda gördüğümüz bu levhalar, geçmişin estetik inceliğini taşırken; içlerinde hâlâ yaşayan bir ruh vardır.
O ruh, bize şunu hatırlatır:
Tevekkül sadece dilde değil, sanatta da olmalıdır.
Bir hattatın kalemindeki sükûnet, bir müminin gönlündeki teslimiyet gibidir.
Altınla yazılan her harf, sadece göz için değil, kalp için parıldar.
Çünkü o altın, mürekkebin değil; imanın rengidir.



