USD38,26
%0.12
EURO43,92
%-0.37
EURO/USD1,15
%-0.3
BIST9.312,13
%-0.1
Petrol67,49
%1.86
GR. ALTIN4.213,93
%0.11
BTC3.463.888,47
%3.42
featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

YAVUZ SULTAN SELİM’İN MEŞÂYIHA HÜRMETİ

Osmanlı tahtına kısa ama derin izler bırakarak oturan Yavuz Sultan Selim’in sert mizacı, siyasî zekâsı ve askerî başarıları sıklıkla anlatılır. Ancak onun az bilinen, fakat en az diğer yönleri kadar önemli olan bir vasfı daha vardır: Meşâyıha, yani Allah dostlarına karşı duyduğu derin hürmet ve muhabbet.

Henüz Trabzon’da sancakbeyi iken ilim ve irfan meclislerine ilgi duyan Şehzade Selim, burada tanıştığı Kastamonulu Halim Çelebi’den çok etkilenmiştir. Bu zat, zahirî ve bâtınî ilimleri cem eden bir âlim ve sûfî olarak Yavuz’un hayatında müstesna bir yer edinmiştir. Halim Efendi’nin terbiyesiyle yetişen Yavuz, israftan kaçınan, gösterişe meyletmeyen bir idare anlayışı geliştirmiştir. Padişah olduktan sonra da, devlete ait gelirleri hazineye toplayarak kendi şahsına değil, millete ve devlete ait saymıştır. Saray masraflarını ise hususi mührüyle mühürlenmiş farklı bir keseden karşılamıştır. Bu davranışının arkasında Halim Efendi’nin etkisi yadsınamaz.

Yavuz Sultan Selim’in doğu seferinden dönerken yanında getirdiği önemli isimlerden biri de Nakşbendî şeyhi Şeyh Mahdûmî’dir. Bu zatı yalnızca kendi sarayında imam tayin etmekle kalmamış, oğlu Şehzade Süleyman’ın (müstakbel Kanûnî) terbiyesini de ona emanet etmiştir. Bu durum, Yavuz’un tasavvuf erbâbına olan güvenini ve itimadını açıkça göstermektedir.

Yavuz, şeyhlere sadece bireysel olarak değil, devlet nezdinde de değer vermiştir. Onlara maaş bağlamış, vakıflarla destek olmuş, zahiren gözükmeyen nice hizmette bulunmuştur. Dönemin Halvetî şeyhlerinden Selman Halîfe’ye vergi muafiyeti tanıması, Tebriz seferinde tanıştığı Nakkaş Baba’yı Anadolu’ya getirip himaye etmesi bu yaklaşımın sadece iki örneğidir.

Saltanat mücadelesi esnasında meşâyıha başvurduğu ve rüyalarla desteklendiği de bilinmektedir. Bu bağlamda, Eşrefoğlu Rûmî’nin damadı Abdürrahîm-i Tirsî’nin gördüğü rüya dikkat çekicidir: Rüyasında Hz. Peygamber (sav), “Rum’un Karaoğlanı’nın murâdı Selim’dir” buyurarak işaret etmiştir. Bu rüya, dönemin sûfî çevrelerinde Yavuz’un meşruiyetinin mânevî temellere dayandığını ortaya koyar.

Yavuz’un tasavvuf büyüklerine olan bu teveccühü sadece bir saygı gösterisi değil, devlet siyasetinde mânevî istikametin gerekliliğini bilen bir idraktir. Bu anlayış, onun döneminde yetişen âlim ve ariflerin devlete olan bağlılığını artırmış, toplumun manevî yapısını kuvvetlendirmiştir.

İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri’nin şu sözü bu anlayışı veciz bir şekilde özetler:
“Saltanatın kuruluşu evliyâ iledir.”

Yavuz Sultan Selim’in hayatı, bu sözün ete kemiğe bürünmüş bir örneğidir.

Yavuz Sultan Selim’in tasavvuf büyüklerine olan bu teveccühü sadece bir saygı gösterisi değil, devlet siyasetinde mânevî istikametin gerekliliğini bilen bir idraktir. Bu anlayış, onun döneminde yetişen âlim ve ariflerin devlete olan bağlılığını artırmış, toplumun manevî yapısını kuvvetlendirmiştir.

İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri’nin şu sözü bu anlayışı veciz bir şekilde özetler:
“Saltanatın kuruluşu evliyâ iledir.”

Yavuz Sultan Selim’in hayatı, bu sözün ete kemiğe bürünmüş bir örneğidir.

Ne var ki onun mânevî yönünü gösteren bir başka hâdise daha vardır ki, bu da Şam’da yaşanmıştır…

Yavuz ve Garip Derviş

Yavuz Sultan Selim Hân, Şah İsmail’i Çaldıran’da mağlup ettikten sonra, Mısır Seferi’ne çıkmıştı. Şam’a vardığında, bu seferin kendisine nasip olup olmayacağı düşüncesi zihnini meşgul ediyordu. Bu halini sırdaşı Hasan Can’a açtı:

“Bizi bu hususta ferahlatacak, Allahü teâlânın dostlarından bir velî varsa, ona niyetimizi anlatalım. Acaba ne buyuracaktır, merak ederim,” dedi.

Hasan Can ise şöyle cevap verdi:

“Devletlü Sultânım, Emevî Câmii’nin bir köşesinde, sabah akşam Allahü teâlâyı zikreden bir derviş var. Belki sizin meselenizi halleder.”

Bunun üzerine Sultan Selim sabahın erken saatinde câmiye gitti. Tarif edilen zâtı Allah’ı zikrederken buldu. Selam verdi. Derviş, henüz kendisine hiçbir şey anlatılmadan, başını kaldırıp şöyle dedi:

“Ey muzaffer Sultan! İnşâallahü teâlâ, Cenâb-ı Hak Mısır’ın fethini sana müyesser edecektir. Allahü teâlânın bütün sevdikleri seninle beraberdir. Allahü teâlâ muînin, yardımcın olsun. Mısır’ın fethinden sonra İstanbul’a döndüğünde, oradaki Sünbül Sinân’dan gâfil olma sakın!”

Bu müjdeye mazhar olan Yavuz Sultan Selim, hemen orada secdeye kapandı ve Rabbine şükretti. Bu hâdise, onun Allah dostlarıyla olan ince bağının, zâhirî bir saygının ötesinde derin bir teslimiyet olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Kefenini Boynunda Taşıyan Sultan

Yavuz Sultan Selim Hân, sadece bir hükümdar değil, kefenini boynunda taşıyan bir cengâverdi. Ölüm korkusunu çoktan aşmış, hayatını Allah yolunda adamış bir sultandı. Çaldıran Seferi’ne çıkarken, yanındakiler endişeliydi. O ise dimdik durdu, tevekkül ve teslimiyetle hareket etti.

Bir anda binlerce ok ile şehit düşebilirdi. Fakat onun, her şeyin Allah’tan olduğuna olan sarsılmaz inancı, kaderin yönünü değiştirdi. Yavuz’un yüreğinden boşalan o veciz nutuk, askerin gönlünde bir çağlayan gibi yankılandı.

Çaldıran Ovası’na doğru yeniden doğmuş bir azimle ilerlediler. Şah İsmail, perişan bir şekilde mağlup oldu. Karısını ve tahtını savaş meydanında bırakıp kaçtı.

Selim Han, zaferin ardından Tebriz’e girdi. Dört halifenin adını zikrederek kendi adına hutbe okuttu. Tebriz’deki ilim ve sanat erbabına büyük ilgi gösterdi ve çoğunu İstanbul’a davet etti.

O kışı Azerbaycan’daki Karabağ’da geçirdi. İstanbul’dan Tebriz’e kadar uzanan 2.500 kilometrelik bu zorlu yolculuk, ikmal sıkıntılarına rağmen yaya olarak aşıldı. Bu da Selîm Han’ın kararlılığını ve askerî kudretini tarihte eşi benzeri az görülür bir zaferle ortaya koydu.

Hasan Ağa’nın Rüyası

Bir gün Yavuz Sultan Selim Hân, sırdaşı Hasan Can’ı huzuruna çağırttı. Sohbet esnasında ona yönelttiği soru, alışıldık bir devlet meselesiyle ilgili değildi:
“Anlat bakayım Hasan, bu gece nasıl bir rüya gördün?” dedi.

Hasan Can, anlatmaya değer bir şey hatırlamadığını söyleyince, Yavuz ısrarla sordu:
“İnsan bütün bir gece uyur da hiç rüya görmez mi? Elbet bir şeyler görmüşsündür…”

Hasan Can mahcup oldu. Ancak daha sonra sarayda görevli Kapı Ağası Hasan Ağa’nın gördüğü bir rüya duyuldu. Rüya öylesine muazzamdı ki, sarayın duvarlarını aşıp gönüllerde yankı bulacak cinstendi:

“Bu gece harem dairesi, nur yüzlü kimselerle doldu. Sultânın kapısı önünde dört zat duruyordu; her birinin elinde bir sancak vardı. En öndeki zatın elindeki sancak ise Sultânımız Selim Han’a aitti.

O zat bana döndü ve dedi ki:
— Biz neye geldik, bilir misin?

— Buyurun, dedim.

— Bu gördüğün mübarek kişiler, Resûlullah Efendimiz’in ashabıdır. Hepimizi, Peygamber Efendimiz gönderdi ve Sultan Selim Han’a selâm söyledi. Buyurdu ki:

Harameyn’in—Mekke ve Medîne’nin—hizmeti kendisine verildi, kalkıp gelsin!

Bu zatların biri Ebû Bekr-i Sıddîk, biri Ömerü’l-Fârûk, biri Osman-ı Zinnûreyn, ben de Ali bin Ebî Tâlib’im. Bunu hemen Selîm Han’a müjdele!”

Dedi ve birdenbire hepsi gözden kayboldular…”

Hasan Can, bu rüyayı bizzat Selim Han’a naklettiğinde, padişahın yüzü kızardı. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı ve şöyle dedi:

“Ey Hasan Can! Sana söylemez miyiz ki, biz bir tarafa me’mûr olunmadıkça hareket etmeyiz?
Ecdadımızdan her biri evliyalıktan nasibini almışlardır. Her birinin nice kerametleri vardır…”

Sonradan anlaşıldı ki, Selîm Han da aynı gece aynı rüyayı görmüştü. Fakat o, sırf bu sırrın bir tasdiki için Hasan Can’dan bu rüyayı işitmek istemişti.

“Önümüzde Peygamber Efendimiz Yürüyor!”

Yavuz’un niyeti kesindi. Mekke ve Medine’nin hizmetine koşmak için çöle girilecekti. Herkesin tereddüt ettiği, “bu yol geçilmez” dediği yerde o bir adım dahi geri durmadı.
Çöle girildi…

Kum fırtınalarının, susuzluğun ve yakıcı sıcağın ortasında Yavuz birdenbire atından indi. Yürümeye başladı. Askerî erkân, gözlerine inanamadı. Bu dayanılmaz sıcaklıkta, atlar bile zorlukla yürürken Sultan neden yaya yürüyordu?

Ordu, bir hayret dalgasına büründü. Fısıltılar yayıldı:

“Sultan niçin atından indi? Neden yürüyor bu kavurucu zemheride?”

Paşalar, olanı biteni anlayabilmek için Yavuz’un sırdaşı Hasan Can’a başvurdular.
“Ne olur, Hünkâra sor. Bu hâl nedir?”

Hasan Can, dikkat ve edeble yaklaşarak Sultana sordu. Yavuz’un gözleri yaşlıydı. Gönlü başka bir âlemdeydi. Ve cevap verdi:

“Hasan, görmüyor musun?
Önümüzde Allah Resûlü, Fahr-i Kâinat Efendimiz yürüyor!”

Artık tüm ordu atlarından inmiş, o kutlu izleri takip etmek üzere yola düşmüştü. Kumların alev gibi olduğu o diyar, bir anda bir bulutun gölgesine büründü. Bir serinlik, bir rahmet indi üzerlerine.
On üç günde, Allah Resûlü’nün ruhaniyetleriyle çölde yüründü.

Sonunda Ridâniye Zaferi geldi.
22 Ocak 1517‘de, Yavuz Sultan Selim Hân, Memlûkleri tekrar mağlûb ederek Mısır’ı feth etti. Böylece sadece bir ülke değil, İslâm’ın kutsal emanetleri, hilafet ve Harameyn hizmeti de Osmanlı’ya emanet edilmiş oldu.

Mütevazı Bir Hükümdardı

Fetih tamamlanmış, Ridâniye’de zafer kazanılmıştı. Artık Yavuz Sultan Selim Han, hilafetin kalbine; Kahire’ye girmeye hazırlanıyordu.

Tarih 15 Şubat 1517’yi gösterdiğinde, zaferlerin sultanı, Memlük sarayına doğru ilerliyordu. Lakin bu giriş bir cihan fatihine yakışan debdebe ve gösterişle değil; derin bir tefekkür, vakur bir eda ve mütevazı bir duruşla gerçekleşti.

Devrin vakanüvisi, o sahneyi şöyle anlatır:

“Halk, Yavuz’u görmek için sokaklara dökülmüş, pencerelere üşüşmüş idi. Onu çok farklı hayal ediyorlardı. Belki altınlarla süslü elbiseler giymiş, farklı bir kavuk takmış, saltanatın ihtişamı içinde ilerliyor sanıyorlardı…”

Lakin gördükleri manzara karşısında hayretlerini gizleyemediler:

“Yavuz, önde değildi. Cengâverlerinin arasında, sıradan bir asker gibi yürüyordu. Üzerindeki elbiseler de, başındaki kavuk da, yanındakilerden farklı değildi. Gözlerini yere indirmiş, mahviyet içinde ilerliyordu.”

Böyle bir vakar, böyle bir tevazu…
Bu, zaferin gerçek sahibinin kim olduğunu bilenlerin yürüyüşüdür.
Bu, nefsini değil, ümmetin yükünü taşıyan bir sultanın yürüyüşüdür.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_ok_yi
Çok İyi
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Sondaki Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!