Gönüllerin Fatihi: Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri
İstanbul… Kimi için surlar, kimi için kuleler, kimi içinse camilerin göğe uzanan minarelerinden ibaret. Oysa bu şehri İstanbul yapan, gönüllerin fatihleridir. İşte onlardan biri de Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri’dir.
Aslen Bağdatlı olan bu büyük veli, Halep üzerinden Anadolu’ya, ardından Fatih Sultan Mehmed’in davetiyle İstanbul’a teşrif etti. Ancak padişahın davetini kabul ederken önemli bir şart koştu:
“Sultan benim bulunduğum mahalleye gelmeyecek.”
Bu söz, bir kibir ifadesi değil; hakiki sûfî edebinin özüdür. Zira gerçek veliler, sultanların ilgisine değil, Hakk’ın rızasına taliptir. Fatih bu şartı kabul etti. Böylece Şeyh Ebu’l-Vefâ, saraya uzak ama şehrin tam kalbinde bir dergâh kurdu. Bugünkü Vefâ semti de adını bu kutlu zâttan alır.
Kurduğu dergâh, sadece bir zikir meclisi değil; aynı zamanda bir irfan ve edep mektebiydi. Hem dervişin kalbine hem askerlerin yoluna ışık tuttu. İşgal yıllarında bile mânevî bir sığınak olarak dimdik ayaktaydı.
Onun hayatı menkıbelerle örülüdür. Mesela şöyle rivayet edilir:
Sultan II. Bayezid, Şeyh Ebu’l-Vefâ’yı çok severdi. Vefât ettiğinde cenazesine bizzat katıldı. İçindeki derin hasretle yüzünü görmek istedi. Ulemâ “caiz değildir” diyerek karşı çıktı. Fakat sultan ısrar etti. Kefen açıldığında, Ebu’l-Vefâ Hazretleri’nin sağ eliyle yüzünü örttüğü görüldü. Bu hâl, sultana da, zamane insanına da sessiz bir irfan dersi oldu.
Yine anlatılır ki, küçük oğlu mahalledeki sucuların kırbalarını iğneyle delerdi. Hazret, durumu öğrenince hemen zararları fazlasıyla tazmin etti. Ardından hanımına dönüp, “Bir hata yaptık ama nerede?” dedi. Nihayet hanımı, hamileyken gizlice bir limon delip birkaç damla emdiğini hatırladı. Gidip helallik aldı, çocuk da bu kötü huyunu bir daha göstermedi. Bir damla gayrimeşru nimet bile, mânevî terbiyede iz bırakıyordu.
Şeyh Ebu’l-Vefâ yalnızca Müslümanların değil, gayrimüslimlerin de hürmet ettiği bir kişilikti. Hristiyanlar arasında Paskalya günü konusunda anlaşmazlık çıkınca, onun yıldız ilmine olan vukufuna başvurdular. O da “Rumî Mart içinde giren Arap ayının 15’inden sonraki çarşambanın pazarıdır” diyerek ihtilafı çözdü. Rivayete göre bu hesap hiç şaşmaz.
Sadece gönülleri değil, mekânları da inşa etti. Fatih Sultan Mehmed’in inşa ettirdiği Şeyh Vefâ Camii ve Külliyesi, zamanla birçok bölümüyle yıkıldıysa da 1992’de yeniden ihya edildi. Bugün çilehanesi hâlâ ayaktadır. Türbesi, medresesi ve çevresindeki tarihi hazîreyle birlikte İstanbul’un en çok ziyaret edilen mânevî merkezlerinden biridir.
Sadrazam Sinan Paşa’dan Zenbilli Ali Efendi’ye, Hattat Kasım’dan Balıkesirli Zâtî’ye kadar pek çok ilim ve devlet ehli ona intisap etmiştir. O, sadece bir semte değil, bir medeniyete yön vermiştir.
1491 yılında Hakk’a yürüdüğünde, ardından sadece Müslümanlar değil, gayrimüslimler de gözyaşı döktü. Çünkü o, gönüllere merhametle dokunan, hakikatle konuşan bir veliydi.
Bugün Vefâ semtinde onun mütevazı kabri başında bir Fatiha okurken, aslında bu şehrin mânevî harcına duamızı katmış oluruz.
Zira o, ismiyle yaşadı: Vefâ ile…